Manuel Castells
Manuel Castells
https://yadi.sk/d/dDElQAe4pz2Lm
Öncelikle şunu belirtelim ki, ekonomi tarihçileri teknolojik yeniliklerle
ekonomik verimlilik arasında bir zaman aralığı bulunmasının,
geçmiş teknolojik devrimin bir özelliği olduğunu savunur. Örneğin
elektrik motorunun yayılmasını inceleyen Paul David, bu icadın
1880’de yapılmış olmasına karşın, verimlilikteki gerçek etkisini görmek
için 1920’lere dek beklemek gerektiğini gösterdi.19 Yeni teknolojik keşiflerin
tüm ekonomiye yayılması, verimlilik artışına gözlenebilir derecede katkıda bulunması için, toplumun kültürüyle kurumlarımn, şirketlerin,
üretim sürecine dahil oian faktörlerin ciddi bir değişimden geçmesi
gerekir. Bilgiyi ve enformasyonu temel alan, toplumun kültürüyle, insanların
eğitim ve becerileriyle bağlantılı olması gereken sembol işleme
operasyonlarında vücut bulan teknolojik bir devrim söz konusu olduğunda
bu genel değerlendirmeye gitmek yerindedir. Yeni teknolojik paradigmanın
ortaya çıkış tarihi olarak 1970’lerin ortalarını, yerleştiği tarih
olarak 1990’Iarı kabul edersek, şirketlerin, kurumların, örgütlerin
ve insanların, bir bütün olarak toplumun teknolojik değişimi hazmetmeye,
yararları üzerine düşünmeye pek vakti olmadığı görülür. Sonuçta
yeni tekno-ekonomik sistem 1970’lerde, 1980’lerde henüz ülke ekonomilerinin
tümünde etkili değildir, 1990’lara kadar da ekonominin tamamı
açısından verimlilik artışına yapay, toplam bir ölçü olarak yansımaz.
Öncelikle bizim “teknopol” dediğimiz, yüksek teknolojinin başını
çektiği sınaî yenilik ortamları, farklı birkaç kentsel biçimde karşımıza
çıkıyor. Açıkçası, ABD ve bir ölçüde Almanya istisna olmak üzere,
birçok ülkede başlıca teknopoller aslında başlıca metropol bölgeleri
dahilindedir: Tokyo, Paris-Sud, Londra-M4 Koridoru, Milano, Seul-
Inchon, Moskova-Zelonograd gibi ve kaydadeğer mesafedeki Nice-
Sophia Antipolis, Taipei-Hsinchu, Singapur, Şangay, Sao Paulo, Barcelona
vs. Almanya’nın kısmen istisna olması (sonuçta Münih bir metropol
bölgesidir) doğrudan siyasi tarihle ilgilidir; Berlin’in, Avrupa’nın
bilime dayalı başlıca sınaî merkezinin yıkılması, Üçüncü Reich’ın son
aylarında, Amerikan işgal güçlerinin beklenen koruması ve Bavyeralı
CSU partisinin desteğiyle Siemens’in Berlin’den Münih’e taşınmasıyla
ilgilidir. Böylece teknopollerin uçsuz bucaksız tahayyüllerinin karşısında,
Enformasyon Çağı’nda teknoloji ile sınaîleşmenin uzamsal tarihinin
sürekliliği vardır: Dünyanın dört bir yanında metropol merkezler,
yenilikleri başlatan etkenleri toplamayı, ileri hizmetlerde olduğu kadar,
imalatta da sinerji üretmeyi sürdürmektedir.
https://yadi.sk/d/dDElQAe4pz2Lm
Öncelikle şunu belirtelim ki, ekonomi tarihçileri teknolojik yeniliklerle
ekonomik verimlilik arasında bir zaman aralığı bulunmasının,
geçmiş teknolojik devrimin bir özelliği olduğunu savunur. Örneğin
elektrik motorunun yayılmasını inceleyen Paul David, bu icadın
1880’de yapılmış olmasına karşın, verimlilikteki gerçek etkisini görmek
için 1920’lere dek beklemek gerektiğini gösterdi.19 Yeni teknolojik keşiflerin
tüm ekonomiye yayılması, verimlilik artışına gözlenebilir derecede katkıda bulunması için, toplumun kültürüyle kurumlarımn, şirketlerin,
üretim sürecine dahil oian faktörlerin ciddi bir değişimden geçmesi
gerekir. Bilgiyi ve enformasyonu temel alan, toplumun kültürüyle, insanların
eğitim ve becerileriyle bağlantılı olması gereken sembol işleme
operasyonlarında vücut bulan teknolojik bir devrim söz konusu olduğunda
bu genel değerlendirmeye gitmek yerindedir. Yeni teknolojik paradigmanın
ortaya çıkış tarihi olarak 1970’lerin ortalarını, yerleştiği tarih
olarak 1990’Iarı kabul edersek, şirketlerin, kurumların, örgütlerin
ve insanların, bir bütün olarak toplumun teknolojik değişimi hazmetmeye,
yararları üzerine düşünmeye pek vakti olmadığı görülür. Sonuçta
yeni tekno-ekonomik sistem 1970’lerde, 1980’lerde henüz ülke ekonomilerinin
tümünde etkili değildir, 1990’lara kadar da ekonominin tamamı
açısından verimlilik artışına yapay, toplam bir ölçü olarak yansımaz.
Öncelikle bizim “teknopol” dediğimiz, yüksek teknolojinin başını
çektiği sınaî yenilik ortamları, farklı birkaç kentsel biçimde karşımıza
çıkıyor. Açıkçası, ABD ve bir ölçüde Almanya istisna olmak üzere,
birçok ülkede başlıca teknopoller aslında başlıca metropol bölgeleri
dahilindedir: Tokyo, Paris-Sud, Londra-M4 Koridoru, Milano, Seul-
Inchon, Moskova-Zelonograd gibi ve kaydadeğer mesafedeki Nice-
Sophia Antipolis, Taipei-Hsinchu, Singapur, Şangay, Sao Paulo, Barcelona
vs. Almanya’nın kısmen istisna olması (sonuçta Münih bir metropol
bölgesidir) doğrudan siyasi tarihle ilgilidir; Berlin’in, Avrupa’nın
bilime dayalı başlıca sınaî merkezinin yıkılması, Üçüncü Reich’ın son
aylarında, Amerikan işgal güçlerinin beklenen koruması ve Bavyeralı
CSU partisinin desteğiyle Siemens’in Berlin’den Münih’e taşınmasıyla
ilgilidir. Böylece teknopollerin uçsuz bucaksız tahayyüllerinin karşısında,
Enformasyon Çağı’nda teknoloji ile sınaîleşmenin uzamsal tarihinin
sürekliliği vardır: Dünyanın dört bir yanında metropol merkezler,
yenilikleri başlatan etkenleri toplamayı, ileri hizmetlerde olduğu kadar,
imalatta da sinerji üretmeyi sürdürmektedir.
Manuel Castells
Reviewed by Unknown
on
07:33
Rating:
Hiç yorum yok: