orhan pamuk
orhan pamuk
https://yadi.sk/d/8jEgB1EIqEDEM
Hayata bir anlam verme merakı olan herkes ömründe en azından bir kere doğduğu konum ve zamanın anlamını da sorgular. Dünyanın bu köşesinde, bu tarihte doğmamızın anlamı nedir? Bize, piyangodan çıkmış gibi verilen, sevmemiz beklenen ve en sonunda içtenlikle sevmeyi başardığımız bu aile, bu ülke, bu şehir adil bir seçim midir? Yıkılan bir imparatorluğun çöktükçe çöken kalıntıları, külleri altında, eziklik, fakirlik ve hüzünle solarak eskiyen İstanbul'da doğduğum için bazan kendimi talihsiz bulurum. (Ama içimden bir ses asıl bunun bir talih olduğunu söyler bana.)
Bu duygu, 1867'de İsviçre'deyken Dostoyevski'nin Cenevrelilerin şehirlerini çok sevmelerini hiç anlayamamasına benzetilebilir. "En basit şeylere, hatta sokaktaki direklere bile çok güzel ve şahane şeylermiş gibi bakıyorlar" diye öfkelenir Batı'ya öfkeli milliyetçi Dostoyevski yazdığı bir mektupta. Cenevreliler basit bir adres tarifi yaparken bile "O şahane ve çok zarif bronz çeşmeyi geçtikten sonra" diyerek içinde yaşadıkları tarihsel çevreyle gururlanırlar. Oysa benzeri durumda "Şu kör çeşmeden dön, yangın yeri boyunca sokaktan yürü," derdi bir İstanbullu, ayrıca bu yabancının bu yoksul sokaklarda göreceği şeylerden de huzursuz olarak. Gelişigüzel bir örnek, ileride sözünü edeceğim en büyük İstanbul yazarlarından birinin, Ahmet Rasim'in Bedia ve Güzel Eleni adlı hikâyesinden alınabilir: "İbrahim Paşa Hamamı'nı geçin. Biraz daha ilerleyin. Sağ tarafınızda sokak başındaki yıkıntıya (hamam) bakan köhne bir ev görürsünüz."
Ama Ahmet Rasim'in sesini ve edasını belirleyen asıl şey yazıyla geçinen bir gazeteci, bir köşe yazarı, o dönem Fransa'sındaki adıyla, bir feuületoniste oluşudur. Geçici öfkeler ve bağlılıklar dışında kendisini pek de heyecanlandırmayan siyaset, zaten devlet baskısı ve sansür yüzünden (orası burası kesilip atıldıkça sütunlarının kimi zaman nasıl boş kaldığını keyifle anlatır) tehlikeli ve imkânsız bir konu olduğu için o da bütün gücünü yaşadığı şehri zevkle, iştahla gözlemeye verdi. ("Siyasetin yasakları ve darlığı yüzünden konu bulamıyorsan belediye sorunlarını ve şehir hayatım konu edin, çünkü her zaman okunur!" Bu, yüz otuz yıllık bir İstanbullu köşe yazarı öğüdüdür.)
Mutlu bir çocukluk eğlencesi olarak başlayan resim zevkimi nedenim tam kavrayamadan kaybetmeye başladığım, yerine de ne yapacağımı bilemediğim için, güçlü bir huzursuzluk dalgası bütün ruhumu yavaş yavaş ele geçiriyordu. Resim yapmadan yaşamak, arada bir terketmek zorunda olduğum asıl dünyayı, başkalarının "hayat" dediği şeyi yavaş yavaş bir hapishaneye çeviriyordu. Bu duygu üzerime fazla gelirse -ve çok da sigara içersem- nefes almakta zorlanıyor ve sıradan hayatın içinde tıknefeslikle boğulduğumu hissediyordum. Kendime bir kötülük etmek, bundan da hoşlanmazsam dersten, okuldan kaçmak gelirdi böyle zamanlarda içimden.
https://yadi.sk/d/8jEgB1EIqEDEM
Hayata bir anlam verme merakı olan herkes ömründe en azından bir kere doğduğu konum ve zamanın anlamını da sorgular. Dünyanın bu köşesinde, bu tarihte doğmamızın anlamı nedir? Bize, piyangodan çıkmış gibi verilen, sevmemiz beklenen ve en sonunda içtenlikle sevmeyi başardığımız bu aile, bu ülke, bu şehir adil bir seçim midir? Yıkılan bir imparatorluğun çöktükçe çöken kalıntıları, külleri altında, eziklik, fakirlik ve hüzünle solarak eskiyen İstanbul'da doğduğum için bazan kendimi talihsiz bulurum. (Ama içimden bir ses asıl bunun bir talih olduğunu söyler bana.)
Bu duygu, 1867'de İsviçre'deyken Dostoyevski'nin Cenevrelilerin şehirlerini çok sevmelerini hiç anlayamamasına benzetilebilir. "En basit şeylere, hatta sokaktaki direklere bile çok güzel ve şahane şeylermiş gibi bakıyorlar" diye öfkelenir Batı'ya öfkeli milliyetçi Dostoyevski yazdığı bir mektupta. Cenevreliler basit bir adres tarifi yaparken bile "O şahane ve çok zarif bronz çeşmeyi geçtikten sonra" diyerek içinde yaşadıkları tarihsel çevreyle gururlanırlar. Oysa benzeri durumda "Şu kör çeşmeden dön, yangın yeri boyunca sokaktan yürü," derdi bir İstanbullu, ayrıca bu yabancının bu yoksul sokaklarda göreceği şeylerden de huzursuz olarak. Gelişigüzel bir örnek, ileride sözünü edeceğim en büyük İstanbul yazarlarından birinin, Ahmet Rasim'in Bedia ve Güzel Eleni adlı hikâyesinden alınabilir: "İbrahim Paşa Hamamı'nı geçin. Biraz daha ilerleyin. Sağ tarafınızda sokak başındaki yıkıntıya (hamam) bakan köhne bir ev görürsünüz."
Ama Ahmet Rasim'in sesini ve edasını belirleyen asıl şey yazıyla geçinen bir gazeteci, bir köşe yazarı, o dönem Fransa'sındaki adıyla, bir feuületoniste oluşudur. Geçici öfkeler ve bağlılıklar dışında kendisini pek de heyecanlandırmayan siyaset, zaten devlet baskısı ve sansür yüzünden (orası burası kesilip atıldıkça sütunlarının kimi zaman nasıl boş kaldığını keyifle anlatır) tehlikeli ve imkânsız bir konu olduğu için o da bütün gücünü yaşadığı şehri zevkle, iştahla gözlemeye verdi. ("Siyasetin yasakları ve darlığı yüzünden konu bulamıyorsan belediye sorunlarını ve şehir hayatım konu edin, çünkü her zaman okunur!" Bu, yüz otuz yıllık bir İstanbullu köşe yazarı öğüdüdür.)
Mutlu bir çocukluk eğlencesi olarak başlayan resim zevkimi nedenim tam kavrayamadan kaybetmeye başladığım, yerine de ne yapacağımı bilemediğim için, güçlü bir huzursuzluk dalgası bütün ruhumu yavaş yavaş ele geçiriyordu. Resim yapmadan yaşamak, arada bir terketmek zorunda olduğum asıl dünyayı, başkalarının "hayat" dediği şeyi yavaş yavaş bir hapishaneye çeviriyordu. Bu duygu üzerime fazla gelirse -ve çok da sigara içersem- nefes almakta zorlanıyor ve sıradan hayatın içinde tıknefeslikle boğulduğumu hissediyordum. Kendime bir kötülük etmek, bundan da hoşlanmazsam dersten, okuldan kaçmak gelirdi böyle zamanlarda içimden.
orhan pamuk
Reviewed by Unknown
on
03:24
Rating:
Hiç yorum yok: