milan kundera
milan kundera
https://yadi.sk/d/aVZec7Anq4Bqu
1950 sonrasının Doğu Avrupa romanını ilkin "sosyalist gerçekçi"
eserlerden tanımıştık. Formüllere göre yazılan bütün edebiyatlar gibi,
belirli bir klişeleşme, standartlaşma, bir "ortalamalık" vardı bu romanlarda.
Anti-Nazi direniş, yeni toplumsal düzenin kuruluşu vb.
ortak değer yargıları, ortak yaklaşım, ortak üslupla anlatılıyordu. Bu
"gerçekçi"liğin, sözkonusu ülkelerdeki "gerçek"liğe pek uymadığı da
seziliyordu.
Daha sonraları, Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere, çeşitli "Doğu
Bloku" ülkelerinin "sosyalist" olmayan edebiyatlarıyla da karşılaştık,
tanıştık. Bazıları, Bulgakof gibi, sosyalist olmadıkları gibi "gerçekçi"
de değildi. Bazıları, lvan Denisoviç ve Kanser Koğuşu'nun Soijenitsin'i
gibi, sosyalist değil, ama bir tür ·anti-sosyalist natüralist"ti. Birçoğu,
özellikle başlangıçta, kendi ülkelerinde -epey zorlukla da olsayayımlamışlardı
kitaplarını. Bu kitapların çok popüler olduğunu, kapışıldığını
ve kalmadığını, daha sonraki baskılara da pek hızlı geçilmediğini
öğreniyorduk.
ilk gördüğümüz "sosyalist gerçekçi" romanlara göre, bunlar doğrusu
daha ilginç gibiydiler. ötekilerde sezdiğimiz o güdümlü ve gerçek
dışı ·gerçekçilik" bunlarda yoktu. En azından ·muhalif'tiler ve güzel sanatlarda muhalefet her zaman daha köklü bir estetiğe imkan
hazırlar. Gelgelelim, bu romanlar da bir tuhaftı sanki. Çoğunda,
teknik düzeyde bir yenilik yoktu; veya olan yenilik, birçok üstün
eserde gördüklerimizin oldukça silik ve yavan tekrarlarıydı. Özü anlaşılmadan,
sindirilmeden yapılmış teknik kaprisler! içeriklerine bakıldığında,
birçoğunun, karşıtı oldukları formüllü edebiyat kadar şematik
oldukları da görünüyordu. Şüphesiz, sosyolojik anlamda onlar dan
daha ilginçtiler. Ama ne estetik ne de biraz derin bir içerik düzeyinde
onları aşıyorlardı. Uygulanan sosyalizm ve bunun bireysel
düzeydeki sonuçlarını eleştirmekti ortak paydaları. iç döküyor ve
rahatlıyorlardı sanki. Çıkış noktaları, genel ve ortalama, dolayısıyla
soyut bir "insan"dı. Sosyalist gerçekçiler gibi, muhalifler in çoğu da
sanatsal olarak "ortalamalığı" yenemediler.
Son yılların tanınmış Çek romancısı Milan Kundera, bir iki kategoriden
de farklı görünüyor. Temalarını, konularını oradan seçse de, bir
"Doğu Avrupa· romancısına benzemiyor bir kere. Doğu Avrupa sorunlarını,
bir "dünya· romancısı olarak ele alıyor. Hayatın görünür yüzeyine
dikkati bir hayli keskin, duyusal dokusuna duyarlığı da çok
gelişmiş, ama bunların ötesinde bir bilgelik düzeyinden baktığına,
gördüğüne, anladığına okuru inandırabiliyor. Sanatçı her zaman somut
bir yaşantı dilimini anlatır, ama o somutlukla içiçe, bir soyut bilge
kapısı aralar insana ("bilgi" değil, "bilgelik"). Çoğu Doğu Avrupa
romancısında bulunmayan bu derinlik, Kundera'da var.
Çekoslovakya'nın kültürel birikimi bu bakımdan belki Kundera'ya
yardımcı olmuştur. Doğu ve Batı bloklarının arasında, ikisini de çok
iyi bilen, ikisinden de olamayan bir yazar. Özellikle bu romanda
kitsch üstüne yazdığı sayfalarda görüyoruz bu kavrayış genişliğini.
Kültürler, kültürler içinde oluşmuş duygusallık görenekleri, aynı zamanda
ikiyüzlülük görenekleri, bunların Doğu ve Batıdaki asimetrik
oluşum biçimleri Kundera'nın en fazla hakim olduğu yaşantılar arasında.
Varolmanın Dayamlmaz Hafifliği'ni okurken, bu kitapta ·yazarın
sesi"ni (bu, Kundera'nın kendisi olmayabilir) tanıdığım yazarlar arasında en çok John Berger'in sesine benzettim. Bu benzetmenin bir
nedeni, iki yazarın da genelde tikel arasında bir ilintiyi keşfetme çabalarıydı
belki. Yer yer bir denemeciyi andıran bir tavırla, hayatın bir
noktası üstüne düşünceye dalmaları (ama düşünürkenki "dil"leri, yaşantının
sıcaklığını hep koruyarak) ve ardından anlatılanlara dönerek
o düşünceyi daha somut bir olayın içinde izlemeleri. Görünüşte
çok eski bir yöntemi, romanda anlatılanları anlamlandıran "yazarın
sesi" tekniğini (yeni romanda genellikle terk edilmiş bir teknik) canlandırıyorlar.
Ama daha dikkatli bakınca, klasik romanda belki yalnız
Tolstoy'un başardığı tarzda bir kimlik veriyorlar ·anlatıcının sesi"ne.
Bu ses, bir bakıma, olayların içinde yeraldığı, elle tutulmayan ama
varlığı zorunlu atmosfer gibi oluyor.
ikinci benzer nokta, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde ve Berger'in
G. adını verdiği romanında kullandıkları, çağdaşlaştırılmış "Don
Juan· teması. Ancak, bu evrensel temayı ikisi de çok farklı biçimlerde
işliyorlar. G.'de on dokuzuncu yüzyılın büyük, sarsıcı tarihi olayları
arasında duyusal kaderini izleyen gencin yaşantısında bir büyüklük,
bir "grandeur· var. Bürokratik Doğu Avrupa sosyalizminin
bezgin atmosferi içinde yaşayan öteki Don Juan ise, mitolojide sineğin,
Hera'nın kıskanarak bir inek haline getirdiği lo'y u durmadan
önünde sürmesini andırır bir şekilde, bir kara yazgı gibi koşuyor kadınlarına.
Kundera bu çağın önemli bir yazar ı olmaya aday. Daha doğrusu,
şimdiden önemli, ama kalıcı olmaya da aday. Çok iyi bildiğimiz bir
dünyanın özgül yaşantısını, bildiğimiz evrensel yazarların yeteneğiyle
bize aktarabildiği için.
MURAT BELGE
Şubat 1986, İstanbul
https://yadi.sk/d/aVZec7Anq4Bqu
1950 sonrasının Doğu Avrupa romanını ilkin "sosyalist gerçekçi"
eserlerden tanımıştık. Formüllere göre yazılan bütün edebiyatlar gibi,
belirli bir klişeleşme, standartlaşma, bir "ortalamalık" vardı bu romanlarda.
Anti-Nazi direniş, yeni toplumsal düzenin kuruluşu vb.
ortak değer yargıları, ortak yaklaşım, ortak üslupla anlatılıyordu. Bu
"gerçekçi"liğin, sözkonusu ülkelerdeki "gerçek"liğe pek uymadığı da
seziliyordu.
Daha sonraları, Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere, çeşitli "Doğu
Bloku" ülkelerinin "sosyalist" olmayan edebiyatlarıyla da karşılaştık,
tanıştık. Bazıları, Bulgakof gibi, sosyalist olmadıkları gibi "gerçekçi"
de değildi. Bazıları, lvan Denisoviç ve Kanser Koğuşu'nun Soijenitsin'i
gibi, sosyalist değil, ama bir tür ·anti-sosyalist natüralist"ti. Birçoğu,
özellikle başlangıçta, kendi ülkelerinde -epey zorlukla da olsayayımlamışlardı
kitaplarını. Bu kitapların çok popüler olduğunu, kapışıldığını
ve kalmadığını, daha sonraki baskılara da pek hızlı geçilmediğini
öğreniyorduk.
ilk gördüğümüz "sosyalist gerçekçi" romanlara göre, bunlar doğrusu
daha ilginç gibiydiler. ötekilerde sezdiğimiz o güdümlü ve gerçek
dışı ·gerçekçilik" bunlarda yoktu. En azından ·muhalif'tiler ve güzel sanatlarda muhalefet her zaman daha köklü bir estetiğe imkan
hazırlar. Gelgelelim, bu romanlar da bir tuhaftı sanki. Çoğunda,
teknik düzeyde bir yenilik yoktu; veya olan yenilik, birçok üstün
eserde gördüklerimizin oldukça silik ve yavan tekrarlarıydı. Özü anlaşılmadan,
sindirilmeden yapılmış teknik kaprisler! içeriklerine bakıldığında,
birçoğunun, karşıtı oldukları formüllü edebiyat kadar şematik
oldukları da görünüyordu. Şüphesiz, sosyolojik anlamda onlar dan
daha ilginçtiler. Ama ne estetik ne de biraz derin bir içerik düzeyinde
onları aşıyorlardı. Uygulanan sosyalizm ve bunun bireysel
düzeydeki sonuçlarını eleştirmekti ortak paydaları. iç döküyor ve
rahatlıyorlardı sanki. Çıkış noktaları, genel ve ortalama, dolayısıyla
soyut bir "insan"dı. Sosyalist gerçekçiler gibi, muhalifler in çoğu da
sanatsal olarak "ortalamalığı" yenemediler.
Son yılların tanınmış Çek romancısı Milan Kundera, bir iki kategoriden
de farklı görünüyor. Temalarını, konularını oradan seçse de, bir
"Doğu Avrupa· romancısına benzemiyor bir kere. Doğu Avrupa sorunlarını,
bir "dünya· romancısı olarak ele alıyor. Hayatın görünür yüzeyine
dikkati bir hayli keskin, duyusal dokusuna duyarlığı da çok
gelişmiş, ama bunların ötesinde bir bilgelik düzeyinden baktığına,
gördüğüne, anladığına okuru inandırabiliyor. Sanatçı her zaman somut
bir yaşantı dilimini anlatır, ama o somutlukla içiçe, bir soyut bilge
kapısı aralar insana ("bilgi" değil, "bilgelik"). Çoğu Doğu Avrupa
romancısında bulunmayan bu derinlik, Kundera'da var.
Çekoslovakya'nın kültürel birikimi bu bakımdan belki Kundera'ya
yardımcı olmuştur. Doğu ve Batı bloklarının arasında, ikisini de çok
iyi bilen, ikisinden de olamayan bir yazar. Özellikle bu romanda
kitsch üstüne yazdığı sayfalarda görüyoruz bu kavrayış genişliğini.
Kültürler, kültürler içinde oluşmuş duygusallık görenekleri, aynı zamanda
ikiyüzlülük görenekleri, bunların Doğu ve Batıdaki asimetrik
oluşum biçimleri Kundera'nın en fazla hakim olduğu yaşantılar arasında.
Varolmanın Dayamlmaz Hafifliği'ni okurken, bu kitapta ·yazarın
sesi"ni (bu, Kundera'nın kendisi olmayabilir) tanıdığım yazarlar arasında en çok John Berger'in sesine benzettim. Bu benzetmenin bir
nedeni, iki yazarın da genelde tikel arasında bir ilintiyi keşfetme çabalarıydı
belki. Yer yer bir denemeciyi andıran bir tavırla, hayatın bir
noktası üstüne düşünceye dalmaları (ama düşünürkenki "dil"leri, yaşantının
sıcaklığını hep koruyarak) ve ardından anlatılanlara dönerek
o düşünceyi daha somut bir olayın içinde izlemeleri. Görünüşte
çok eski bir yöntemi, romanda anlatılanları anlamlandıran "yazarın
sesi" tekniğini (yeni romanda genellikle terk edilmiş bir teknik) canlandırıyorlar.
Ama daha dikkatli bakınca, klasik romanda belki yalnız
Tolstoy'un başardığı tarzda bir kimlik veriyorlar ·anlatıcının sesi"ne.
Bu ses, bir bakıma, olayların içinde yeraldığı, elle tutulmayan ama
varlığı zorunlu atmosfer gibi oluyor.
ikinci benzer nokta, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde ve Berger'in
G. adını verdiği romanında kullandıkları, çağdaşlaştırılmış "Don
Juan· teması. Ancak, bu evrensel temayı ikisi de çok farklı biçimlerde
işliyorlar. G.'de on dokuzuncu yüzyılın büyük, sarsıcı tarihi olayları
arasında duyusal kaderini izleyen gencin yaşantısında bir büyüklük,
bir "grandeur· var. Bürokratik Doğu Avrupa sosyalizminin
bezgin atmosferi içinde yaşayan öteki Don Juan ise, mitolojide sineğin,
Hera'nın kıskanarak bir inek haline getirdiği lo'y u durmadan
önünde sürmesini andırır bir şekilde, bir kara yazgı gibi koşuyor kadınlarına.
Kundera bu çağın önemli bir yazar ı olmaya aday. Daha doğrusu,
şimdiden önemli, ama kalıcı olmaya da aday. Çok iyi bildiğimiz bir
dünyanın özgül yaşantısını, bildiğimiz evrensel yazarların yeteneğiyle
bize aktarabildiği için.
MURAT BELGE
Şubat 1986, İstanbul
milan kundera
Reviewed by Unknown
on
06:30
Rating:
Hiç yorum yok: