Sayfalar

29 Temmuz 2016 Cuma

Quis custodiet ipsos custodes?

Quis custodiet ipsos custodes?


Quis custodiet ipsos custodes?,  Latin ozan Juvenal'ın literal olarak

"Gözetleyenleri kim gözetleyecek" çevrilebilecek "koruyuculardan kim koruyacak"

manasına gelen dizesi. Sürüyü koruyan çobanın nasıl denetleneceği problemi hakkındadır. 

Art arda konularak birbirini destekleyen iki ayaklı sandalyeler paradoksu gibi ilanihaye 

devam edecek bir durumu anlatmaktadır. Türkçedeki "Et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa"

 deyişinin  muadilidir. Hükümetlerin veya orduların bozulduğunda korumak veya kollamakla

yükümlü olduğu halka bunun tam tersini yapması durumlarında kullanılır. İngilizce

karşılığı olarak "Who will guard the guardians?" ve  "who watches the watchmen?" 

 kullanılmaktadır.

Dan Brown ‘ın popüler romanı Digital Fortress ‘in ana konusu da bu cümle etrafında geçer. 
Amerika’nın en üst istihbarat, izleme ve dinleme kuruluşu NSA çalışanlarının yaptıkları işi 

etik olarak sorgulamaları esnasında aykırı bir kriptoloji uzmanı bu ifadeye  atıf yapar.

“Başkalarının hayatı” –the lives of others- filmindede görevi insanları gizlice dinlemek olan 

bir doğu Alman gizli ajanının iç muhasebesi anlatılmaktadır.

iuvenalis 'in söz konusu yergiler 'inde ( saturae ) (satires) geçer. Kendisinden sonra Eflatun 

(platon) taradından daha geniş manada yorumlanmıştır. Eserde şu şekilde geçer.

"..
et quis tunc hominum contemptor numinis, aut quis
simpuuium ridere numae nigrumque catinum
et vaticano fragiles de monte patellas
ausus erat? sed nunc ad quas non clodius aras?
[audio quid ueteres olim moneatis amici,
'pone seram, cohibe.' sed quis custodiet ipsos
custodes? cauta est et ab illis incipit uxor.] "

yani türkçesiyle;

".. kim numa 'nın toprak kasesine, kara çanağına
ya da vaticanus balçığından yapılan, kırılır minik tabaklara gülmeye kalkışmıştı?
ama şimdi hangi sunakta bir clodius yok ki?
[vaktiyle eski bir dostumun öğüdü şimdi kulaklarımda çınlıyor.
'sürgüyü çek, hapset.' peki, gözcülerin kendisini kim gözleyecek?] "

' "sürgüsünü çek, karını odaya hapset."
peki kim gözleyecek gözcüleri,
fingirdek kızın entrikalarını şimdi,
böylesine bir ücretle örtbas eden gözcüleri?
ortalığa dökülen suç üzerine konuşulmaz:
feleğin çemberinden geçmiş bu adam etrafı gözler,
senin karınsa önce onlardan işe başlar.. '

görüldüğü gibi aslında, Juvenalis parçada verdiği parantez içi ifadede ediyor bu kelamı. 

 Juvenalis 'in bu mühim metnini türkçeye Çiğdem Dürüşken hocamız çevirdi.

Günümüzde şu versiyonları da vardır.
-Polise kim polislik yapacak?
-Bekçinin bekçisi kim olacak
- sorgucuları kim sorgulayacak?
- yöneticileri kim yönetecek?
- kurtarıcılardan kim kurtaracak?
- telefonlarımızı dinleyenleri kim dinleyecek?
- gözetleyenleri kim gözetleyecek?
-özgürlükleri sınırlama yetkisine sahip olanların özgürlükleri sınırlama özgürlüklerini kim sınırlayacak?
- yasalara uygunluğumuzu denetleyenlerin yasalara uygunluğunu kim denetleyecek?

-

26 Temmuz 2016 Salı

Havva'nın Üç Kızı Elif Şafak - tanıtım

Havva'nın Üç Kızı Elif Şafak - tanıtım

Evet buda önce ingilizce yazılıp sonra tercüme  edilmiş !







“Havva’nın Üç Kızı” 2016 yılında Doğan Kitap’tan çıkan 424 sayfalık bir kitap. “Havva’nın Üç Kızı”nın yazarı Türk Edebiyatının usta yazarlarından Elif Şafak. İlk romanını 1997’de yayımlayan Elif Şafak o günden beri Türk Edebiyatının en çok okunan kadın yazarlarındandır. Elif Şafak’ın uzun zamandan beri beklenen  “Havva’nın Üç Kızı” adlı romanı 2016 yılının yaz aylarında yayımlandı. Elif Şafak “Havva’nın Üç Kızı” romanında Şirin, Mona ve Peri’yi ve aşıkları olan Münkir, Mümin ve Mütereddit’yi anlatıyor. Şirin, Mona ve Peri birbirine hiç benzemeyen üç kadın hatta kızkardeş ama kader onları biraraya getiriyor. Elif Şafak’ın kendine has üslubuyla kaleme alınan “Havva’nın Üç Kızı” inanca, inançsızlığa, arayışa, farklı kadınlara ve aşka dair kurduğu olay örgüsüyle baştan sona yüksek bir tempoyla ve merakla okuyorsunuz.

"İstanbul, 1990’lar
Umut un hapse girmesi, Nalbantoğlu ailesinde karanlığa tutulan bir fener etkisi yarattı; hem kendilerinden hem et­raftan sakladıkları tüm zaaf ve kusurları ortaya çıkardı. Ha­yatlarının orta yerinde devasa bir boşluk açılmıştı. Bu boş­luğu her biri başka türlü doldurmaya çalıştı. Mensur daha fazla içmeye başladı; öyle pat diye artırmadı miktarım, dam­la damla. Şarkılar türküler ya da siyasi tartışmalar eşliğin­de arkadaşlarıyla birkaç duble yuvarlayan o çakırkeyif adam gitmişti. Ekseriya masada tek başına olmak istiyordu. Dem­lenirken tek yoldaşı sessizlikti artık. Öylesine derin ve içten­di ki üzüntüsü, dokunmaya bile kıyamıyordu Peri babasına. Bilemiyordu ki ne yapsın onu neşelendirmek için.
Mensubun bedeni dayanabildiği kadar dayandı bu tempo­ya, dışa vurmadı yıpranmışlığını; soluk semada beliren hilal­ler gibi gözlerinin altına çöken yarım daireler hariç. Derken; teklemeye başladı sağlığı. Sabahlan ter içinde ve her yeri ağ­rıyarak, sanki uykusunda taş taşımış gibi yorgun kalkmaya başladı yataktan. Bazen kafası karışıyor, sözlerini unutuyordu. Ya herkesten uzak durup sessizliğe gömülerek bedenini işgal eden titremeleri saklamaya çalışıyor ya da haddinden fazla konuşarak sözcükleri savunma aracı olarak kullanıyor­du. Artık çalışacak halde olmadığı anlaşılınca bağlı bulundu­ğu işyeri onu erkenden emekliye ayırdı. Böylece evde daha çok zaman geçirir oldu. Bu değişiklik, karısıyla küçük oğlu…"

21 Temmuz 2016 Perşembe

Jül Sezar Galya Savaşları

Bütün Gallia üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan birinde Belgalar, diğerinde
Aquitanlar, üçüncüsünde ise kendi dillerinde Keltler, bizim dilimizde
ise Galler diye anılan bir millet oturur. Bütün bu milletler dilleri, töreleri
ve yasaları bakımından birbirinden farklıdırlar. Galler'i Aquitanlar'dan
Garumna (Garonne) nehri, Belgalar'dan ise Matrona (Mame) ile Sequana
(Scine) ayırır. Bunların hepsinin içinde en cesurları Belgalardır. Çünkü,
eyaletin kültür ve uygarlığından pek uzakta kalmış oldukları gibi ruhları
kadınlaştırıcı eşya ithal eden tacirler tarafından da daha az ziyaret edilirler.
Aynı zamanda, Rhein (Ren)' in öbür tarafında oturan Germanlar'a çok
yakındırlar ve onlarla devamlı olarak savaşırlar. Aynı nedenden ötürü,
Helvetler de yiğitlikte diğer Galler'den üstündürler. Çünkü hemen her
gün Germanlar'la mücadele ederler, ya onları Gal topraklarından atmaya
uğraşırlar ya da kendileri onların topraklarında savaşa girerler.
Memleketin Galler tarafından işgal edildiğini söylediğimiz kısmı Rhone nehrinden
başlar, Garumna nehri, okyanus ve Belgalar'ın arazisiyle çevrilmiştir.
Bundan başka, Sequanlar ve Helvetler tarafından, Rhein nehrine ulaşır;
yönü kuzeye doğrudur. Belgalar'ın arazisi Gallia'nın kenarında başlayarak
Rhein nehrinin aşağı kısmına erişir, yönü kuzeye ve doğuya doğru dur.                                             Aquitania, Garumna nehrinden başlayarak Pirene dağlarına ve Okyanusun
İspanya'ya yakın kısmına erişir; yönü, batı ile kuzey arasındadır.

Helvetler içinde en soylu ve en zengin adam Orgetorix'ti . Marcus Mesaalla
ile Marcus Piso'nun konsüllükleri zamanında, krallığa karşı duyduğu
hırs onu soylular arasında bir fesat hazırlamaya yöneltti. Kabile halkını
bütün kuvvetleriyle ülkelerinden çıkmaya ikna etti: "Mademki" dedi,
"kahramanlıkta herkesten üstünüz, bizim için bütün Gallia'yı zaptetmek
işten bile değildir." Halk buna pek kolayca kandı. Çünkü Helvetler arazilerinin
özellikleri dolayısıyla pek dar bir yerde mahpus kalmışlardır. Çünkü
bir yanda son derece geniş ve derin olan ve Helvetia'yı Germenia'dan
ayıran Rhein nehri, öte yanda son derece yüksek ve Sequanlar'la Helvetler
arasında bulunan Jura silsilesi; üçüncü yanda ise Leman gölü ve Eyaletimizi
Helvetler' den ayıran Rhone nehri vardır. Bu nedenlerden ötürü
pek geniş bir sahada dolaşamıyorlar, komşularına karşı da kolayca savaşa
girişemiyorlardı. Savaşa hasret çeken bu adamlar bu yüzden pek tedirgindiler.
Aynı zamanda nüfuslarının çokluğundan, savaşta ve yiğitlikte ünlerine
oranla, uzunluğuna 240 mil, genişliğine ise 1 80 mil kadar olan arazilerinin
kendileri çok küçük olduğunu düşünüyorlardı.
Bu düşünceye kapılarak ve Orgetorix' in de etkisi altında kalarak göç için
gerekli şeyleri hazırlamaya, mümkün olduğu kadar fazla yük hayvanı ve
araba satın almaya, yolculukları sırasında yetecek miktarda zahireye malik
olmak için ellerinden geldiği kadar fazla tohum ekmeye, en yakın
komşularıyla barış ve dostluk kurmaya karar verdiler.
Bu işleri başarmak için iki yılın yeteceğini düşünerek üçüncü yılda yola
çıkmaya karar verdiler. Bu işleri yürütmek için Orgetorix seçildi ve
kabilelere elçilik işini de üzerine aldı. Seyahati sırasında Sequan kabilesinden
Catamandaloedes' in oğlu Casticcus'u kandırdı. Bu adamın babası
senelerce Sequanlar'a krallık etmiş, kendine Roma senatosu tarafından
"Roma halkının dostu" unvanı verilmişti. Orgetorix bu adamı evvelce babasına
ait bulunan krallığı ele geçirmeye teşvik etti. O zamanda Aedu kabilesinin
reisi olan ve halkça sevilen Diviciacus'un erkek kardeşi Dunmorix'i
de aynı şeye teşvik ederek kızını ona nikahladı. Bu teşebbüsün
kolayca gerçekleşeceğini, çünkü kendisinin de, bütün Gallia'nın şüphesiz
en kuvvetli kabilesi olan Helvetler'in reisliğini elde etmek üzere olduğunu
söylüyordu. Onlara kendi malzeme ve ordusu ile birer krallık kazandırmaya
söz veriyordu. Onlar da, bu sözlere kanarak karşılıklı yükümlülüklere
giriştiler ve ant içtiler. Krallıkları ele geçirdikten sonra en kuvvetli ve en cesur üç kabilenin yardımıyla bütün Gallia'yı zaptedeceklerini umuyorlardı.
Bu plan casuslar tarafından Helvetler'e haber verildi. Adetleri üzere Orgetorix'
i zincirler içinde yargılanmaya zorladılar. Mahkum edilirse diri
diri ateşte yakılması gerekiyordu. Muhakemesi için tespit edilen günde
Orgetorix her taraftaki on bine varan bütün adamlarını, aynı zamanda sayısı
pek çok olan hizmetkarlarını ve borçlularını topladı. Onların sayesinde
yargılanmaktan kurtuldu. Buna kızan kabile halkı haklarını silah kuvvetiyle
elde etmeye kalkıştı. Yüksek görevliler köylerden birçok adamı
topluyorlardı. Bu sırada Orgetorix öldü. Helvetler'in de sandığı gibi kendi
kendini öldürmüş olmasından şüphe edilebilir.


Caesar, Helvetler' in, Sequanlar ve Aedular'a ait topraklardan Santonların
memleketine geçmek niyetinde olduklarını öğrendi. Santonlar, eyalette
küçük bir beylik olan Tolosatlar'ın ülkesinden pek uzak değildir. Bu
durum gerçekleşirse, Caesar, eyaletin büyük bir tehlikede kalacağını anlıyordu;
çünkü Roma milletinin düşmanı olan savaşçı bir kabile, savunulması
imkansız ve son derece verimli bir bölgede komşusu olacaktı. Bu
nedenle, Tuğgeneral Titus Labienus'u yaptırdığı tahkimata komutan tayin
etti. Kendi ise cebri yürüyüşlerle İtalya'ya hareket etti. Orada iki lejiyon
topladı ve Aquilleia civarında kışlayan üç lej iyonu kışlaklarından çıkardı .
Bu beş lejiyonla en kısa yoldan Alpler' i geçerek Uzak Gallia'ya erişti. O
bölgede Ceutonlar, Graioceller, Caturigler yüksek noktalar tutarak ordusunun
yürüyüşüne engel olmaya çalıştılar. Caesar birçok savaşlarda bunları
püskürttükten sonra yedinci günde Yakın Gallia'nın son durak yeri
olan Ocellum'dan Uzak Gallia'da Vocontiler'in ülkesine ulaştı. Oradan
ordusunu Allobroglar'ın topraklarına, oradan da Segusiavlar'ın ülkesine
yöneltti. Segusiavlar Rhöne nehrini geçtikten sonra eyaletin dışındaki ilk
kabiledir.


Caesar, Helvetler' in, Sequanlar ve Aedular'a ait topraklardan Santonların
memleketine geçmek niyetinde olduklarını öğrendi. Santonlar, eyalette
küçük bir beylik olan Tolosatlar'ın ülkesinden pek uzak değildir. Bu
durum gerçekleşirse, Caesar, eyaletin büyük bir tehlikede kalacağını anlıyordu;
çünkü Roma milletinin düşmanı olan savaşçı bir kabile, savunulması
imkansız ve son derece verimli bir bölgede komşusu olacaktı. Bu
nedenle, Tuğgeneral Titus Labienus'u yaptırdığı tahkimata komutan tayin
etti. Kendi ise cebri yürüyüşlerle İtalya'ya hareket etti. Orada iki lejiyon
topladı ve Aquilleia civarında kışlayan üç lej iyonu kışlaklarından çıkardı .
Bu beş lejiyonla en kısa yoldan Alpler' i geçerek Uzak Gallia'ya erişti. O
bölgede Ceutonlar, Graioceller, Caturigler yüksek noktalar tutarak ordusunun
yürüyüşüne engel olmaya çalıştılar. Caesar birçok savaşlarda bunları
püskürttükten sonra yedinci günde Yakın Gallia'nın son durak yeri
olan Ocellum'dan Uzak Gallia'da Vocontiler'in ülkesine ulaştı. Oradan
ordusunu Allobroglar'ın topraklarına, oradan da Segusiavlar'ın ülkesine
yöneltti. Segusiavlar Rhöne nehrini geçtikten sonra eyaletin dışındaki ilk
kabiledir.



Medeniyet dönüşümleri

"Doğu"-"Batı" şeklindeki bir ayrımın gerekçesi/dayanağı, bu iki kümenin
düşünce sistemlerindeki, yani parametrelerindeki, doğru-yanlış cetvellerindeki,
yadsınamaz farklılık olmalıdır.
"Batı zihniyetini" şekillendiren, parametrelerini, doğru-yanlış cetvellerini
tanzim eden, eski Yunan'dır. Demokritos'un "kainatı" atomlar ve
boşluktan ibaretti. Eflatun 'un "dünyası" keskin üçgenlerle doluydu. Aristo'nun
mantığı "siyah-beyaz" kurallarla; Bir şey ya A'dır, ya da A değildir,
hem A' dır, hem de A değildir, olmaz.
Aristo'yu izleyen kuşaklar, aklı ve kainatı onun mantığı ve bilimsel
eğilimleri doğrultusunda algılamayı sürdürdüler. Çağdaş bilim, matematik,
mantık ve kültür, dünyanın siyah-beyaz olduğu ve bu niteliğinin
değişmezliği esasına dayalıdır. Böylece, ağzımızdan çıkan her hüküm, ya
doğru ya da yanlıştır. Her yasa, her yönetmelik, her kural, kesin olmalıdır.
Dijital bilgisayarın 0/1 sistemi, siyah-beyaz dünya anlayışının, doğrusal
mantığın zaferidir.
"Doğru düşünme sanatı", 2000 yıldır Aristo'dan sorulur. "Batılı" matematiği
de, dünyayı da, Aristo'nun siyah-beyaz mantığı ile açıklayagelmiştir.
Hem davacıya, hem davalıya "Haklı!" olduğunu söyleyen, ikisinin birden haklı olamayacağına işaret eden mahkeme katibine "Sen de haklısın
!" diyen Hoca Nasrettin, saçmalıyordur, komiktir.
"Batı" kültürleri, edebiyatları, siyasetleri, mantık ve bilimden uzaklaşmak,
Doğu mistisizminin mantıksız saçmalıklarına kapılmak demektir
esası üzerinde kurulmuştur. "Doğulu" düşünce biçimi, "karışık kafalar,
yanlış ölçümler, kötü tasarımlar, özensiz gözlemler, bilgisayara yüklenmesi
imkansız veriler " demektir. Ve rivayete göre, böylesi "kafalar" Meriç
Nehri 'nin doğu yakasından itibaren mebzul miktarda bulunur, hatta
egemendirler.
Müslüman halklar, "Şark zihniyeti"nin, Türkler, aşağılık "alaturkalık"
ın yaşayan temsilcileri olarak kendilerinin içinde buldukları bu duruma
( ! ) kahreder, zihniyetlerini değiştirmek için paralanırlar.
Ne hikmettir bilinmez, Yunan'a dönüşün, "Rönesans"ın, sadece Hıristiyan
dünyasında yaşanmadığının, İslam'ın da Rönesansı olduğunun,
İslam'ın da Hellenleştiği olgusunun üstü örtülür. Yokmuş gibi yapılır.
Sanki İslam düşüncesi Yunan'ın felsefi mirasını Hıristiyan Suriye aracılığı
ile almamış, Müslüman İspanya yoluyla Hıristiyan Avrupa'ya yeniden
takdim etmemiştir! Sanki, Gazali, Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt, İbn-i
Haldun, (Aristo'nun düşüncesiyle yoğrulmamıştır! Sanki, İslam'ın algılanmasını
da, İslam düşüncesini de Aristo mantığı), Aristo bilimi yönlendirmemiştir!

Yunan düşüncesi, İslam medeniyetinin harcında vardır. 830 yılında,
Bağdat'ta kurulan Hikmet Evi, Beyt-ül Hikmet, bilimler akademisi, yirmi
yıl içinde Aristo'nun, Eflatun'un, Öklid'in, Hipokrat'ın ve diğerlerinin,
hemen bütün eserlerini Arapça'ya çevirmiştir. Müslüman aydınlar, Yunan
felsefesini Kur'an'la uzlaştırmak için, en az Kutsal Kitap'ı irdeleyen "Hıristiyan
düşünürleri" kadar yoğun bir uğraş verdiler.
Aristo'nun Organon 'u Yunan mantığının özüdür. Müslüman düşünürleri,
Organon 'u sular seller gibi biliyorlardı. Daha 700'lü yılların ortalarında
"Mute'zile Mezhebi" vardı, oradaydı. Mute'zile akla ters düşen
ayet ve hadisleri mantık yoluyla yorumlayanlar; akılla imanı uzlaştıranlar;
kelam bilimcileriydi. Mute'zile, insan aklının Allah'ın gerçek tabiatını
ya da niteliklerini bilemeyeceğini savunmuştu. Mute'zile, bazı şeylerin
ilkesel olarak bilinemez olduğunu matematik formunda kanıtlayan
Wemer Heisenberg'in öncüsüydü. Mute'zile, Harun Reşid'in ve oğlu
Memun'un, Müslümanlar'ı Yunan/aştıran mezhebi olarak bilinirdi. Sonra, Feylesof-ili Arab, el Kindi, Pitagoras matematiğini bütün bilimlerin
temeli olarak benimseyen adam. Matematik bilmeyenin felsefe
yapamayacağı konusunda Eflatun 'la aynı fikirde olan adam. Tıp, ecza ve
müziği matematiğe döken adam. Aristo İlahiyatı'nı Arapça'ya çeviren adam. Aristo'yu, Eflatun'la uzlaştırmaya çalışan adam. Öklid geometrisiyle
yatıp kalkan adam. Roger Bacon'a, Optik konusundaki düşüncelerini
veren adam.
Sonra dünya felsefe tarihinde isim yapan ilk Türk, Türkistanlı Farabi.
Aristo'nun Fizik 'ini "kırk kere!" De Anima, Ruha Dair'i, "ikiyüz kere!"
okuyan adam. Fa/safa Aristotalis 'in yazarı. Geride bıraktığı otuz dokuz
kitabında Aristo'yu anlatan adam.
Sonra, büyük mantıkçı, İbni Sina. Aristo'nun Metafızik'i ile büyüdüğünü
söyleyen adam. Kanun adlı kitabında, Aristo'dan "Hace-i Evvel,"
diye bahseden adam. St. Thomas Acquinas da öyle derdi: The Filozof!
Dante de öyle; "Bilenlerin Ustası!".
El Biruni var. Ortaçağ'ın en büyük matematikçisi olarak bilinen, dünyaya
cebir'i armağan eden Muhammed İbni Musa el Harizmi var. Var da
var.
Ortadoğu, en az Batı Avrupa kadar "Batılı"dır. İslamiyet, bir Batı dinidir.
Tek tanrılı dinlerden birisidir. Semavi dinlerin bir mezhebidir. Müslümanlar,
Avrupa kıtasında mukim "Batılı"lar'ın, daha çok bilime giden
yolda tökezlemiş, yoksul akrabalarıdır. Hepsi bu.
Evet, ne yazık ki, Batılıyız. Ve doğrusal mantığın, ya-ya da anlayışının,
matematiksel kesinliğin, kaçınılmaz sonucu olan toleranssızlık, kendini
beğenmişlik, kibir, narsisizm, ölü-sevicilik ve şiddetle malulüz. Bensen,
ben-o, özne-nesne aynını üzerine kurulu modernizm, dünyaya Aristo
biliminin hediyesidir. Eğer "Batı"nın yolunda değil, karşısında bir "Doğu" arayacaksak, bilimde
geç kalmış bir Batılı değil muhalif bir Doğulu arayacaksak, "Hace-i
Evvel" Aristo'nun karşısında, O'nun siyah-beyaz, ikili sistemine muhalif,
paradigmalarına, doğru-yanlış sistemleriyle uzlaşmaz çelişki içinde olan
bir "usta" aramalıyız.
Böyle bir usta var: Buda, Aristo'dan iki yüz yıl önce Buda, siyah-beyaz,
ya-ya da, dünyasını deldi, söylenenin aksine dünyanın çelişkilerle
dolu olduğunu gördü. Bir şeyin ya A ya da A değil olması, sadece kurgusal
bir dünya -örneğin matematikçilerin ya da ideologların dünyası- için
geçerliydi. Sahici dünyada geçerli olan hem, hem de 'ydi, A hem A' dır
hem de A değildir. Gökyüzü hem mavi hem de mavi değildir. Davacı,
hem haklıdır hem de haklı değildir. Uzak Doğu dinlerinin, Budizm, Taoculuk, Zen Budizm, Şinto -bu dinler
hem hem de dinleridir. İslfımiyet değil! İslfımiyet, siyah beyazdır.
Aristo'ya karşı Buda. Günümüzde bilimde gelinen nokta budur. Ya o
ya da bu 'ya karşı hem o, hem de bu. Çok değişkenli mantık, puslu mantık,
bulanık mantık, fuzzy pozitivizm.
1 99 1 'de Japonlar iki milyar dolarlık, hepsi fuzzy mühendisliğin ürünü,
akıllı ev aletleri ihraç ettiler, Batı birbirine girdi. Güney Kore devreye
girdi, kendi fuzzy derneklerini kurdu, Japonya'ya rakip oldu. Singapur,
Malezya, diğer Güney Asya ülkeleri üniversitelerinde fuzzy mantık okutuyorlar.
Hindistan'ın dünya çapında yedi kırçıl teorisyeni var. 1 989'da
Çin' de on binden fazla öğrenci fuzzy teorisi okuyordu. Fuzzy matematik
ve mühendislik üzerine ondan fazla yayın vardı. Çinliler, fuzzy mantığı
askeri alanlarda da uyguluyorlar. Buda kazandı. Evren, deterministik ancak
fuzzy. Her şey bir derece meselesi: Hem o hem de bu, fuzzy, saçaklı
düşünce, bilimin ta kendisi. Pür, c/ementer matematik.
Bizim dinsel Aristocularımız, bilimsel Aristocularımızı boğazlayadursunlar,
fuzzy mühendisleri sufi tayfasıyla el ele, kol kola! Birileri bizimle
alay ediyor!


Alev Alatlı