Sayfalar

31 Mayıs 2016 Salı

Sultan Tarlacı - 197 Gün

Sultan Tarlacı - 197 Gün


Ölmeden önce en son hatırladığım, kaçmama bir gün vardı. Federico’nun
villasında bana ayrılmış odamda televizyon izliyordum. Sonra
görüntüler kaydı. Renkler kayboldu. Şu beyaz ışık ve tünel denilen
hikâye var ya! O hikâye doğru. Yaşarken hep merak etmiştim
de yeri gelmişken belirteyim dedim. Neyse, kendimi o kadar küçük
hissediyordum ki, sanki bir böcek. Işık beni elektrik süpürgesi gibi
çekiyordu içine ama anlık olan şeyler bunlar. Sonra ne oldu derseniz
birden renkler yeniden geldi. Yüksekçe bir yerden aşağıya bakıyordum.
Bu, az önce televizyon izlediğim odamdı. Kendimi gördüm.
Yerde yatıyordum. Sonra Federico’yu gördüm.







30 Mayıs 2016 Pazartesi

Sabahattin Önkibar - Takkeli Firavunlar

Sabahattin Önkibar - Takkeli Firavunlar







Sabahattin Önkibar - Takkeli Firavunlar



26 Mayıs 2016 Perşembe

Umberto Eco Misreadings - Experiences in Translation

Umberto Eco  Misreadings   -  Experiences in Translation







In 1959, for fl Verri, a literary magazine whose
contributors comprised many of the writers later to
form the "Gruppo 63," I began writing a monthly
column entitled Diario minima, a title dictated as
much by prudence as modesty. Into a p􀐑blication
filled with linguistic experiments of the neo-avantgarde
and impressive essays on Ezra Pound and
Chinese ideograms, I was introducing pages of freewheelir,ig
reflections on some minor subjects that,
often, were meant to parody the writings of other
contributors to the magazine, more zealous than I.
So, right at -the outset, I wanted to apologize to the
readers for having written those pages, pages deliberately
comic and grotesque, and therefore less dignified
than the rest of the magazine.

As my translator indicates in a prefatory note,
Mike Bongiorno, while unknown to non-Italians, belongs
to a familiar, international category; and, personally,
I continue to consider him a genius.
Obviously "Esquisse d'un nouveau chat" refers to
Alain Robbe-Grillet and the nouveau roman. As in
other instances, the parody here is meant as a tribute.
"The Latest from Heaven" reports from the next
world in terms of current political jargon. It was
written several decades ago, but I think it will be
comprehensible also in the age of Ross Perot and Pat
Buchanan.

In the same vein, "The End Is at Hand" is inspired
by the social criticism of Adorno and the school of
Frankfurt. Certain passages are indirect quotations
from Italian authors who were given to "Adornizing"
in those years. Like the piece that precedes it, this
text is an exercise in what is called today "alternative
anthropology" (not the world of others as seen by
us, but our world as seen by others). Montesquieu
already did this with Les Lettres Persanes. Some time
ago, a group of anthropologists invited African researchers
to France so that they could observe the
French way of life. The Africans were amazed to
find, for example, that the French were in the habit
of walking their dogs.

24 Mayıs 2016 Salı

Why War ? Sigmund Freud ve Einstein

Why War ? Sigmund Freud ve Einstein









1930’ların başında, yaklaşan karanlık günlerin de etkisiyle, insanlığı dünyanın başına musallat olmuş savaş belasından kurtarmanın yollarını arayan önde gelen aydınların çabalarına tanık oluruz. İşte bu uğraşların en kalıcı ürünlerinden biri de Niçin Savaş? adlı elinizdeki kitapçık olmuştur. Gerçekleştirdikleri bilimsel devrimlerle kendi alanlarında XX. yüzyılın ilk yarısına damgalarını vuran Albert Einstein ile Sigmund Freud’un, dünyada barışın kalıcı bir biçimde sağlanması için neler yapılması gerektiğine dair yazışmaları, savaş ve barış üstüne düşünmenin tarihinde kendine “küçük” ama “özel” bir yer açmıştır.

İnsanlığın ufkunu sınırsız dehasıyla sürekli zorlayan Einstein ile insan ruhunun en kuytu köşelerine sızmayı başarmış Freud’un “militan bir barışçılık için savaşmak” zorunluluğunu dillendirdikleri bu mektuplar, savaşın yıkımlarından ders almayıp daha beter felaketlere kürek çeken yolunu şaşırmış tüm “homo sapiens”lere akıllarını başlarına devşirmeleri konusunda –ne yazık ki hâlâ geçerliliğini koruyan– bir uyarıdır.

20 Mayıs 2016 Cuma

William Blake's Divine Comedy Illustrations- 102 Full Color Plates Dover

William Blake's Divine Comedy Illustrations- 102 Full Color Plates Dover











https://yadi.sk/i/7bP51ik8rs64u


NVilliam Blake’s final artistic project is a s tunning collection
o f illustrations for Dante Alighieri’s masterpiece, the epic
poem Divinia commedia. Born nearly 500 years after Dante,
the English poet and artist nevertheless succeeds in bridging
the centuries to provide a unique perspective on the
medieval classic. İt is a fascinating marriage, as Dante,
although harshly cıitical o f the Church and its adherents,
was nevertheless a believer, vvhereas Blake was renowned
for his iconoclastic stance against organized religion.
Willianı Blake, born in London in 1757, was encouraged
by his pa rents to study art, and he became an apprentice to
James Basire, an engraver, in his early teens. After doing
magazine illustrations, he opeııed a print shop in London
with his wife, Catlıerine Boucher (whom he had wed in
1782) and brother; that business failed. In addition to his
artwork, Blake vvıote many poems, combining engravings
with verse in The Marriage o f lleavetı and ile li (1790), The
Book o f Urizen (1794), and Jerusa/em ( 1804 1818), as well
as o ther works displaying his bold and unconventional literary
and artistic sensibility. Although he rcceived critical
attention during his lifctimc, Blake was often regarded as an
ecccntric, and he became detached İroni his supporte rs in
his later years. He died on August 12, 1827.
İn 1824, tlıe paintcr and pr intmake r John Linnell olTered
Blake a commission to engrave illustrations for the Book o f
Job (c. 1825). Linnell then proposed that Blake iliustrate the
Divitıe Coıııedy, and Blake accepted, eveıı learning enough
Italian to grasp the gist o f tlıe origiııal verse. Blake was in
contact witlı the Reverend Henry Caıy, wlıose 1814 translation
o f Dante was lıeld in great esteeııı, an d it is possible
that the two discussed tlıe poem at some poiııt. Thus,
Linnell provided the watercolor paper, an d Blake proceeded
with his illustrations. Blake was plagued by gallbladder
attacks tovvard the end o f his life, but he persevered with the
project. By the time o f his death, in 1827, Blake had created
102 drawings for the Divine Comedy—some were sketches;
others were fully realized watercolors. (He also made
seven copperplate engravings, falling far short o f his goal to
engrave the entire work.) The final count included seventytwo
illustrations for Inferno, tvventy for Purgatorio, an d only
ten for Paradiso. Linnell paid the artist £130 for his work.
The drawings were n ot published at the time, b ut remained
with Linnell.
The mid-nineteenth-century Pıe-Raphaelite movement in
England brought about an appreciation o f Blake’s work
unsurprising, as the Pre-Raplıaelite artists and critics found
an afllnity with medieval culture (Da n te ’s milieu) and a
belief in the freedom o f tlıe individual (a tenet o f Blake),
an d his d rawings were exlıibited in L o n d o n ’s Royal
Academy. Ironically, Blake had studied at the Royal
Academy School in his early days. In 1913, the dravvings
were showıı at the Tate Gallery. Five years later, the Linnell
family sold tlıeir entire Blake collection at auction, and the
Dante drawiııgs were dispersed, goiııg to public galleries in
England, the United States, an d Austıalia.
From the o u t s e t o f tlıeir jo u rn e y froırı th e e n t r a n c e to
Hell to the u ltima te reward o f Heaven, D a n te a n d Virgil
e n c o u n te r a m u l t i tu d e o f g ro te sq u e scenes— a n d a numb
e r o f t r a n s c c n d e n t oııes. T h e expres s ive fine a n d c o lo r
o f Williaııı B la k e ’s vivid w a t e r c o lo r s im b u e th e s e
scenes, an d tlıeir subjects, with p a th o s , pity, a n d terror,
as well as lum in o u s joy.

Jean Bauberot - Dünyada Laiklik

Jean Bauberot - Dünyada Laiklik






2005 yılında, 30 ülkeden 250 entelektüel tarafından imzalanan
laiklikle ilgili uluslararası bir bildirgede şöyle deniyordu:
“Devlet, bir din ya da belli bir düşünce türü üzerinden meşrulaştınlamadığı
zaman ve yurttaşların tamamı siyasal iktidar üzerinde
eşit hak ve yetkilerle donatılmış olarak egemenliklerini kullanmak
için barışçıl bir şekilde müzakere edebildiklerinde bir laikleşme
süreci ortaya çıkar. (...) Dolayısıyla, çoğul ahlâkî ya da
dinî değerlerin ve çıkarların damgasını taşıyan toplumsal ilişkileri
uyumlulaştırmak isteyen her toplumda laiklik unsurları zorunlu
olarak belirir”. Bildirge, “laikliğin herhangi bir kültüre, ulusa,
kıtaya özgü olmadığını; terimin, geleneksel olarak kullanılmayan
yerlerde de var olabileceğini” ekliyordu.*
Laikliğe ilişkin bu yaklaşım, laikliğin sadece belli ülkelerde
var olduğu, hatta bir “Fransız istisnası” oluşturduğu şeklindeki
genel görüşten ayrılmaktadır. Ancak bu yaklaşım, kurucu ataların
laiklik kavrayışından uzak değildir. Böylcce, Fransa’da kiliseler
ile devletin ayrılmasını düzenleyen yasanın (1905) raportörü
olan Aristide Briand, 
Fransa’nın o zamanki durumunu
 “tam nan dinler”iyle birlikte bir “yarı-laiklik” olarak görüyordu. Kilise
ile devletin ayrılmasını gerçekleştiren devletlerin daha laik olduğunu
düşünüyor ve özellikle Brezilya, Kanada, ABD ve Meksika’yı
bu konuda model aldığını belirtiyordu.
Jules Ferry’nin yardımcısı ve laikliğin ilk teorisyeni olan Ferdinand
Buisson, Fransa’nın “Avrupa’nın en laik” ülkesi olduğunu
düşünüyordu (1883). Bu, diğer Avrupa ülkelerinin daha az ölçüde
de olsa laik olduğunu ve başka kıtalardaki ülkelerin ise belki de
daha fazla laik olduğunu kabul etmek demekti. Buisson’a göre, laiklik
“kamu hayatının farklı işlevleri”nin “kilisenin sıkı vesayetin
d e n ayrıldığı ve özgürleştiği bir tarihsel süreç içerisinde filizlenir.
Buradan, en sonunda “bütün dinler karşısında tarafsız, bütün
din adamlarından bağımsız, bütün teolojik kavrayışlardan muaf
laik devlete” ulaşırız. Bu, “artık her tür dinî inancın dışında kalarak
güvence altına alınan medeni hakların kullanılması” ve “bütün
dinlerin özgür olması” yoluyla “herkesin yasa önünde eşitliğine”
izin verir.



* Bkz. Le Monde, 10 Aralık 2005. Bu Bildirge, özellikle J. Bauberot, 2006, s. 247-
2 6 5 ’te ortaya konulmuştur.

elif şafak forty rules of love a novel of rumi

elif şafak  


  forty rules of love  a novel of rumi






Elif Shafak is one of Turkey’s most acclaimed and outspoken novelists. She was born in 1971 and is the
author of six novels, including The Forty Rules of Love, The Bastard of Istanbul, The Gaze, The Saint of
Incipient Insanities and The Flea Palace, and one work of non-fiction. She teaches at the University of
Arizona and divides her time between the US and Istanbul.



"Between your fingers you hold a stone and throw it into flowing water. The effect might not be easy to
see. There will be a small ripple where the stone breaks the surface and then a splash, muffled by the rush
of the surrounding river. That’s all.
Throw a stone into a lake. The effect will be not only visible but also far more lasting. The stone will
disrupt the still waters. A circle will form where the stone hit the water, and in a flash that circle will
multiply into another, then another. Before long the ripples caused by one plop will expand until they can
be felt everywhere along the mirrored surface of the water. Only when the circles reach the shore will
they stop and die out.
If a stone hits a river, the river will treat it as yet another commotion in its already tumultuous course.
Nothing unusual. Nothing unmanageable.
If a stone hits a lake, however, the lake will never be the same again."

10 Mayıs 2016 Salı

Cemal Paşa Hatıralar

Cemal Paşa Hatıralar










Mahmud Şevket Paşadan, İstanbul Muhafızlığını üstlenme
emrini aldığım sırada, Nazım Paşa merhumun cenazesi henüz
Sadaret Başyaveri odasında bulunuyor ve sabık Sadrazam
Kamil Paşa ile Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ve
Dahiliye Nazırı Reşid ve Maliye Nazırı Abdurrahman Beyler
Sadaret dairesindeki odalardan birinde oturuyorlardı.
O sırada Dahiliye Nezaretini vekaleten yürütmekte bulunan
Talat Beyle kısa bir müzakere neticesinde, Nazım Paşa
merhumun cenazesini Gülhane Hastanesine naklettirmeye,
Kamil Paşa ile Şeyhülislam Cemaleddin Efendiyi evlerine
göndermeye ve aleyhlerinde ihtilalcilerin şiddetli bir nefret
ve intikam hissi besledikleri Dahiliye Nazırı Reşid ve Maliye
Nazırı Abdurrahman Beyleri, hayatlarının muhafazası için,
bir iki gün kadar İstanbul Muhafızlığında misafir etmeye
karar verdik. O sırada Kamil Paşanın damadı, sınıf arkadaşım
Kaymakam (Yarbay) Naci (General Naci Eldeniz) Bey,
Sadaret dairesine gelmişti. Kendisini görür görmez:
- Kayınpederiniz afiyettedir, merak etmeyiniz. Kendisini
alıp konağına götürebilirsiniz. Fakat bir çılgının tecavüz
hedefi olmasını önlemek için, bir müddet İstanbul'u
terk edip, ecnebi memleketlerden birine çekilirse fena olmaz,
dedim.

Ahmet Turan Alkan İstiklal Mahkemeleri

Ahmet Turan Alkan
İstiklal Mahkemeleri



https://yadi.sk/d/X-TyFEuarbcXm


AHMET TURAN ALKAN


1954, Sivas doğumlu.



1978 yılında Ankara Üniversitesi SBF'ni bitirdi.


 Cumhuriyet Universitesi'nde Sosyoloji
Anabilim dalında master, Ondokuz Mayıs Universitesi'nde Tarih Eğitimi Anabilim dalında doktora yaptı.



Halen Cumhuriyet Universitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.



Yayınlanmış Kitapları:


Sıradıgı Birjöıılürk: Ubeyclullah Ffendi'nin Amerika Hatıraları, İletişim, istanbul, 1990


Altıncı Şehir, Ötüken, istanbul, 1992


Meşnıtiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit, Ankara, 1993




İÇİNDEKİLER


9 Önsöz
15
İstiklal Mahkemelerini Gerekli Kılan Şartlar
23
istiklal Mahkemeleri Ne Zaman ve Nasıl Kuruldu?
29 İstiklal Mahkemeleri Nasıl Çalıştı?
35 İstiklal Mahkemelerinin İlk Defa Kapatılması
49 Birinci Dönem İstiklal Mahkemelerine Dair
53 Banş Döneminde İstiklal Mahkemeleri
61 İstiklal Mahkemeleri Muhalefete Karşı
65 Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu
69
İsyan Bölgesi ve Ankara İstiklal Mahkemesi'nin Kumlusu
85 İzmir Suikastı Davası
95 istiklal Mahkemelerinin Sonu
97 Son Söz ve Değerlendirme
111 Kronoloji
117 Kitabiyat
119 Ekler

3 Mayıs 2016 Salı

Ingeborg Bachmann

Ingeborg Bachmann






Otuzuna basmış birisi için genç denilir hala.
Ama böyle bir kimse, kendisinde herhangi
bir değişiklik farketmemesine rağmen, bu konuda
kararsızlığa düşer; kendisini genç olarak
göstermeye bundan böyle hakkı olmadığını
sanır adeta. Bir sabah da uyanır, sonradan
unutacağı bir gün uyanır ve birden, üzerinde
güneşin sert ışınları, yeni başlayan gün için
her türlü silah ve cesareti elinden alınmış, yatakta
yatıyor bulur kendini, bir türlü doğrulup
kalkamaz. Kendini korumak için gözlerini
kapayınca gerilere düşmeye başlar ve yaşadığı
her an ile birlikte bir baygınlıktan içeri doğru
sürüklenir. Çöker, boyuna çöker aşağılara,
oysa çığlığı sese dönüşemez (çığlık gücü bile
alınmıştır elinden, her şey elinden alınmıştır),
ve düşer dipsiz derinlere, derken kendini yitirir,
varlığına ilişkin bütün sanıları dağılıp çözülür,
söner ve yok olur. Ama yeniden bilinçli
durumuna kavuşup titreyerek düşünmeye
başladı mı, yeniden bir varlık kazanıp çok geçmeden
ayağ·a kalkarak gün içerisine çıkması
gereken bir kişi oldu mu, yeni ve harikulade
bir güç keşfeder kendisinde. Şimdiye kadarki
gibi, faları. filan şeyi anımsayışı umulmadık
anda ya da kendisi öyle istediği için olmaz;
bütün geçmiş yıllarını, yüzeysel ya da derinliğine
yaşanmış yıllarını ve bütün yıllar boyunca
yaşadığı yerleri ıstırap veren bir zorlamanın
altında anımsamaya başlar. Kim idi? kim
olmuştur? bunu görebilmek üzere anımsama
ağım serper, kendi üzerine serper ağı ve kendisini
hem av, hem avlayıcı olarak zaman eşiği,
yer eşiği üzerinden çekip berilere alır.

Ernst Werner - Büyük Bir Devletin Doğuşu - Osmanlılar

Ernst Werner - Büyük Bir Devletin Doğuşu - Osmanlılar








İmparatorlukların doğuşu tarih-yazıcılığının çekici, fakat bir o kadar da gizemli ve zor konularından biri olagelmiştir. Bu zorluk, Batı'da önyargılarla dolu bir araştırma alanı olan "Osmanlı İmparatorluğu" söz konusu olunca daha da artmaktadır. Aşağılayıcı, şoven dürtüler tarih çalışmalarını nesnellikten uzaklaştırmakta, "barbar, kanlı, fanatik, cahil" gibi nitelemeler tarih-yazıcılığını daha baştan sakatlamaktadır. Tek yanlı, yüzeysel ve övgücü Türk tarih-yazıcılığı da aynı şekilde sakatlayıcı bir etkiye sahiptir.
Peki, Namık Kemal'in "Cihângirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten" diye özetlediği Osmanlı İmparatorluğu'nun oluşum süreci nasıl ele alınmalıdır? "Osmanlıları tarihin bütünlüğü içindeki yerine oturtmak" hedefiyle yola çıkanWerner'in Büyük Bir Devletin Doğuşu eseri, olumlu bir örnek oluşturuyor. Yazar, küçümseyiciliğe veya övgücülüğe kapıları kapatan nesnel bir anlayışla, tarihî maddeci yaklaşımla Osmanlı Devleti'nin ve Türk feodalizminin ortayı çıkışı ve gelişimini inceliyor. Werner, siyasi tarihçiliğin çoğu kez içinde kaybolduğu anlamsız saray entrikalarını bir yana bırakarak, Osmanlı Devleti'nin kuruluş sorununa bir "sınıflaşma süreci" ve bu sürecin yarattığı "üretim biçimi" bağlamında yaklaşıyor.
Werner, kitabında sadece Osmanlılarda feodalleşme sürecini ortaya koymakla kalmıyor; bu sürecin yarattığı sömürüye karşı halk direncini ve köylü ayaklanmalarını da anlatıyor. Yazara göre, "Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa isyanı tüm Türkiye tarihinin en önemli olayı"dır.
"Werner'in (günümüzde unutulmuş görünen) bazı gerçekleri bizlere yeniden hatırlatan bu eseri geçmişimize ilgi duyan herkesin kitaplığında yer almayı hak ediyor." -Taner Timur

Traven

Traven






Kırk yıldan beri B. Traven'in kişiliği uluslararası bir
meraka ve efsaneye konu olmuştu. Milyonlarca okuyucusu
vardı. En çok satan kitabı Sierra Madre Hazinesi'nin
filmi Akademi Ödülü kazanmıştı. Ama yine de o, birçok
yazarın ardında koştuğu ünden kaçıyordu. Onun serseri
bjr Avusturyalı arşidük, cüzzamlı bir adam, ya da Kuzeyli
bir kâşif olduğuna ilişkin türlü türlü tahminler yürütülüyordu.
1947'de, Sierra Madre Hazinesi filminin yönetmeni
John Huston, Meksiko kentinde, Acapulco'dan
çeviriler yapan Hal Croves adlı bir adamla tanıştı. Huston
ve arkadaşları, bu Hal Croves'in Traven'in ta kendisi
olduğuna inanmışlardı, ama onlar hiç bir şey kanıtlayamadan,
adam ortadan kayboldu. Daha sonraları Meksikalı
bir gazeteci buldu onu. Meksika göçmen kayıtlarını
gözden geçirirken. 5 Mayıs 1890'da Şikago'da İskandinavyalı
bir ana babadan doğmuş, Berick Traven Torsan adına
rastlamıştı. Bir de, B. Traven'e yazılmış, telif ücretleriyle
ilgili bir mektup geçirmişti eline. Ama bu izlerle
ulaştığı Traven Torsan asıl yazarın yeğeniydi. Ve kendisi
de dahil olmak üzere, birkaç kişinin onun gizli kalmasına
yardım ettiklerini söyledi yalnız. 1967'de, Amerikalı bir
yazar, o zamanlar Meksika'da yaşayan çelimsiz ve sağır
bir adam olan Traven'le konuştuğunu açıkladı. Bu esrarengiz
yazar, 1969 yılının mart ayında, yetmiş dokuz yaşındayken
Meksiko kentinde öldü.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

victor hugo

victor hugo



https://yadi.sk/d/XuOd_BrQrRu2K




Halk bir sessizliktir.
Ben bu sessizliğin
yılmak bilmez avukatı olacağım.
Dilsizler için konuşacağım.
Halkın dili haline geleceğim.
Tıkacı çıkarılmış
kanlı bir ağız gibi konuşacağım.
Her şeyi bir bir söyleyeceğim.

1 Mayıs 2016 Pazar

virginia woolf

virginia woolf


https://yadi.sk/d/1Q5FBWI2rRtA6



VIRGINIA WOOLF 25 Ocak 1882'de Londra'da doğdu. Roman türüne yapnğı özgün
katkılarla edebiyat tarihine adını yazdırdı. Aynı zamanda döneminin en önemli
eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilir. 1925'te yayımlanan Mrs. Dalloway ünlü
yazarın adıyla birlikte anılacak "bilinç akışı" tekniğinin en başarılı örneğidir. Vırginia
Woolf, 28 Man 1941'de içine düştüğü ruhsal bir bunalım sonrasında evlerinin
yakınlanndaki bir nehre atlayarak intihar etti. iletişim Yayınlan yazann 20. yüzyılın
en iyi romanlan arasında yer alan Mrs. Dalloway (Hoganh Press, Londra, 1925; iletişim,
1999), Deniz Feneri (Hoganh Press, Londra, 1927; lletişim, 2000), Orlando
(Hogarth Press, Londra, 1928; iletişim, 2000), ]awb'un Odası (Hoganh Press,
Londra, 1922; lletişim, 2001), Dalgalar (Hogarth Press, Londra, 1931; lletişim,
2001), Flush (Hoganh Press, Londra, 1933; lletişim, 2001), Kendine Ait Bir Oda
(Hoganh Press, Londra, 1929; iletişim, 2002), Penk Arası (Hogarth Press, Londra,
1941; lletişim, 2004), Y ıllar (Hogarth Press, Londra, 193 7; lletişim, 2004), Gece ve
Gündüz (Duckworth, Londra, 1919; iletişim, 2005), Dışa Yolculuk (Hogarth Press,
Londra, 1915; iletişim, 2008), Bir Yazann Güncesi (Hogarth Press, Londra, 1953;
lletişim, 2008), Üç Gine (Duckworth, Londra, 1938; lletişim, 2010) ve Granit ve
Gökkuşağı (Hogarth Press, Londra, 1958; lletişim, 2010), adlı kitaplannı "Toplu
Eserleri" başlığı alunda yayımlıyor.